İkinci günümüzde biraz Kapadokya’nın dışına çıktık. Buralara kadar gelmişken Ihlara Vadisi’ne gitmemek olmaz demiştik. İyi ki demişiz. Muhteşem bir doğa ile karşılaştık. Sadece doğası da değil; vadide bulunan kilise ve şapelleri ile sanat, tarih ve kültür yönünden bizi inanılmaz etkiledi. Ürgüp’ten yaklaşık olarak bir buçuk saat süren yolculuk sonrasında vadiye ulaşabiliyorsunuz. 18 kilometre uzunluğunda, yaklaşık olarak 150 metre derinliğinde ve 200 metre genişliğinde olan vadi, dünya üzerindeki vadiler arasında büyük bir önem taşıyor, çünkü; geçmiş dönemlerde, içerisinde insanların yaşadığı dünyanın en büyük kanyonu olarak biliniyor. Melendiz Nehri, vadiyi şekillendirmiş ve buraya hayat vermiş. Kayaçların kolay yontulmasıyla da yüzlerce kilise ve oyma odalar oluşturulmuş, bu da vadiyi dünyanın en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri haline getirmiş. Aynı zamanda doğal mikroklima bölgesi olan vadide çevresinde karasal iklim görülmesine rağmen, tabanına yemyeşil bitki örtüsü hakim ve antep fıstığı da dahil çok çeşitli bitkiler yetişmekte. Ihlara Vadisi’ndeki kayalara oyulmuş freskli kiliseler korunarak, eşine rastlanmayan bir tarih hazinesi olarak günümüze ulaşmış. Hristiyanlığın ilk yıllarından beri meydana getirilen bu freskli kiliselerin bazıları; Eğritaş, Ağaçaltı, Kokar, Pürenliseki ve Yılanlı Kiliseleri’dir. Ihlara Vadisi’nde gezebildiğimiz kadar fazla kilise gezdik ve yemyeşil doğasını; asma köprülerini, ortasında akan Melendiz’i anlata anlata bitiremedik. Ihlara Vadisi’ne giriş 45 ₺, Müze Kart sahiplerine ücretsiz.
Ihlara Vadisi’nden istemeyerek ayrıldık ve Derinkuyu Yeraltı Şehri’ne geldik. Kapadokya’da çok sayıda yeraltı şehri var ancak en büyükleri Derinkuyu. Tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmuyor ama burada da ilk Hristiyanların, Roma zulmünden kaçmak için yaşadıkları düşünülüyor. Türklerin ise bölgeye gelişi 1071 Malazgirt Savaşı sonrasına dayanıyor. Mağaraların girişi kolay bulunmuyor ama zaten bulunsa da girilmiyor. Geçiş yollarını kocaman yuvarlak taşlarla kapatabiliyorlarmış. Şehir bir tesadüf eseri 1963 yılında bulunmuş ve 8 katı temizlenip ziyarete açılmış. Diğer katların da temizlenmesiyle; kat sayısının 12 olacağı düşünülüyor. Aşağıya inerken çoğu yerde eğilerek dar tünellerden geçmek durumunda kalıyorsunuz. Klostrofobim olmasına rağmen bu tarihi kaçıramam diye girmiştim. Gerçekten hayret verici; Derinkuyu adının sebebi olan 60-70 metre derinlikteki su kuyuları, ilk katlarda geçim kaynağı olan hayvanları için ahırlarının bulunması, mutfak, şaraphane ve oturma odalarının olması, yapılan hava kanallarıyla havanın en tepeden en derine nasıl kesintisiz ulaştığını görmek muhteşemdi. Şehirde aynı zamanda misyoner okulu, kilise, zindan, toplanma alanları, tüneller ve mezarlıklar bulunuyor. En şaşırtıcı olanı ise bilinen en eski akıl hastanesinin burada bulunması. Derinkuyu’dan diğer yeraltı şehirlerine de geçiş olabileceği düşünülüyor. Henüz tüm gizemi çözülememiş bu şehri gezmeyi de böylece tamamlıyoruz. Derinkuyu Yeraltı Şehri’ne giriş 50 ₺, Müze Kart sahiplerine yılda iki kez ücretsiz.
Bir sonraki durağımız Narlıgöl Krater Gölü oldu. Kapadokya Bölgesi’nin tek krater gölü olma özelliğine sahip Narlıgöl’ün en ilginç özelliklerinden biri, kuş bakışı bakıldığında kalp şeklinde olması. Narlıgöl, volkanik kökenli olmasına ve içinde kükürt bulunmasına rağmen suyu soğuk ve tatlı. Hatta içinde sazlık alanlar ve balıklar da bulunuyor. Gölün derinliği 70 – 80 metreyi buluyor. Yüksek dağlarla çevrilmiş bu doğa harikası çukurda kaldığı için hiçbir zaman kar tutmuyor ve dondurucu ayazlar görülmüyor. Bu muhteşem manzara karşısında bir kahve molası verip geri dönmek için yola çıktık.
Geri döndüğümüzde geldiğimiz yer Güvercinlik Vadisi. Uçhisar ve Göreme arasındaki bu geniş vadi adını gerçekten de güvercinlerden alıyor. Vadi içerisindeki oyma yuvalarda güvercin yetiştirilmesinin sebebi ise üzüm yetiştiriciliğinde güvercin gübresinin çok faydalı olması. Ayrıca kilise duvarlarını renklendiren çizimlerin ve desenlerin renklerini koruyabilmek, fresklerin sağlam kalmasını sağlayabilmek için de güvercin gübrelerinin kullanıldığı biliniyor ve manzarasıyla harika zaman geçirmenizi sağlıyor.
Güvercinlik Vadisi’nden sonra Avanos’taki halıcılardan birinde halı yapımına dair kısa bir bilgi alıp muhteşem halıların sergilendiği bir görsek şölen izledik. Yüzde yüz pamuk olan 6 metrekare bir halının; tam 2 yılda yapıldığını öğrenmek bizi çok şaşırtmıştı.
Biz, ikinci günümüzde son olarak otelimize dönerken yol üzerinde bulunan meşhur Asmalı Konak’ı ziyaret ettik. Dizinin bu konakta çekilmiş olmasından ziyade konağın peri bacalarının içinde olması, bazı odalarının oyma yöntemiyle yapılmış olması gerçekten muhteşem. Böyle bir mimari yapıyı görmek bizi mutlu etti. Eğer siz de vaktiniz olursa mutlaka bir göz atın deriz.
Bir sonraki yazımızda da Kapadokya’daki son günümüzü anlatacağız…