Tarihte bilinen ilk demokratik birliği kurmuş olmalarıyla bizim gönlümüze taht kuran, Teke Yarımadası’nın tamamını kapsayan, Antalya’ya tekrar tekrar hayran olmamızı sağlayan Likya Uygarlığı’nın gezdiğimiz şehirlerini tek bir yazıda toplamak istedik. Likya, Işık Ülkesi demekmiş ve Likyalılar, farklı şehirlerden bir araya gelmelerine rağmen ortak bir kültür yaratıp var oldukları sürece de bunu yaşatmışlar.
Tarihsel olarak sınırları batıda Dalaman Çayı, doğuda bugünkü Kemer ile sınırlı olan ülkenin en kuzeyi Burdur’un Gölhisar ilçesidir. Likyalılar’ın, uzun yıllar Güney Anadolu bölgesinde yaşamış ve Anadolu’nun en eski Hint-Avrupa kökenli halkı olan Luviler’in dağılmasından sonra bir kısmının devamı olduğu söylenir. Yıllar içerisinde Persler ve Makedonlar tarafından işgal edilip Romalılar gibi çeşitli halklar ile müttefik olmuş ancak kontrol edilmiştir.
Likya, M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda yaşadığı büyük depremlerin ve M.S. 6. ve 8. yüzyılları arasında yaklaşık 200 yıl süren veba salgınının ardından bir daha kendisini toparlayamamıştır. M.S. 8. yüzyılda Arap akınları ve bu süreye kadar da korsan saldırıları sebebi ile terk edilen bölge, 13. yüzyılda Türk Beylikleri ile yeniden yerleşime açılmıştır. (Kaynak: tr.wikipedia.org )
Likya Birliği hakkında edinilen bilgilere göre birlik önemli – önemsiz toplam 23 şehirden oluşuyor. Günümüze kadar da dayanabilmiş, en büyük altı şehir olan Xanthos, Patara, Pınara, Tlos, Myra ve Olympos’un 3’er oy hakkı bulunurken, daha önemsiz ve küçük şehirlerin 1 ya da 2 oy hakkı varmış. Biz bu şehirlerin güzelliklerinin dillere destan olmasının yanı sıra; onlara önemi ve büyüklüğü göz önünde bulundurularak oy hakkı tanınıp, demokratik sistemle yönetilmiş ve bir federasyon sistemi kurup bununla ABD Anayasası’na ilham kaynağı olmuş olmalarından çok etkilendik. Alexander Hamilton, James Madison ve John Jay tarafından kaleme alınan ve 85 makaleden oluşan Federalist Yazılar, ABD Anayasası’nın temelini oluşturuyormuş. Alexander Hamilton’un yazdığı 9 ve 16 numaralı ve James Madison’un yazdığı 45 numaralı makalelerde ABD için en uygun yönetim sisteminin Likya Federasyonu’nda olduğu gibi federatif şehir birliği (eyaletler) olduğuna açıkça vurgu yapılmış.
Geçtiğimiz ekim ayında Fethiye – Kaş – Demre rotası yapıp çok merak ettiğimiz bu ülkenin 3 oy hakkına sahip en önemli şehirlerini listemize aldık ve gezme fırsatı yakaladık. Sadece akşamında Kaş’a varalım diye hesap ettiğimiz bir günde Patara’ya yetişebilmek için Xanthos’u atlamak zorunda kaldık ve bunun için üzülüyoruz ama 2021 yılı için tekrar gitmenin planlarını yaptık bile. Hem başkent olduğu için onu ayrı bir başlıkta anlatırız. Sırasıyla Pınara’yı, Tlos’u ve Patara’yı gezdik. Kaş, bu 3 oy hakkına sahip şehirler arasında olmasa da bir Likya şehri ve merkezinde yürürken bir anda yanınızda Likya tipi anıt mezar beliriveriyor. Antik kentte tatil yapıyormuş hissini unutamıyoruz bu yüzden 🙂 Sonrasında da Myra’ya ve Olympos’a gittik. Fethiye’de, Arkeoloji Müzesi’nde Likya’ya ait kalıntıları dikkatle inceleyip Demre’de de Likya Uygarlıkları Müzesi’ni gezdik. Sanırım bu zamana kadar gezdiğimiz müzeler içerisinde en keyif aldığımız müzeydi. Detayları merak ederseniz Fethiye’de, Kaş’ta ve Demre’de Yapılacaklar Listesi yazılarımızı isimlere tıklayarak okuyabilirsiniz.
O zaman hazırsanız ve bizim gibi bu şehirlere merak salıp sıkılmadan yazımızın buralarına kadar geldiyseniz gittiğimiz şehirleri kısacık inceleyelim.
Pınara Antik Kenti
Hititler ve Avrupalılarla bağlantılı olduğu düşünülen Likyalılar, tarihte bilinen ilk demokratik birliği kurmuşlar. Şehirleri arasındaki bağlantıları güzergahlarla ve uzaklık ölçüleriyle yazarak, dünyanın bilinen en eski ve tek karayolları haritasını oluşturmuşlar. Likya Uygarlığı’nın başkenti Xanthos’un nüfusu çok kalabalıklaşınca, yaşlılardan bir grup Kragos Dağı’nın yüksekçe bir tepesinde yeni bir kent kurmuş. Adı yazıtlarda “Pinale” olarak geçse de yakınlarındaki köyün adıyla anılıyor. Çok uzun olmayan bir yürüyüşle önemli kalıntıları gezmek için yola koyulduk. Bu arada Pınara’ya çıkan yol da biraz bozuk, arabanızla giderseniz altının yere değme ihtimali aklınızda olsun.
Antik kentte hamam, tiyatro, odeon, agora, tapınak gibi yapılar ve pilyeli mezarlar yer alıyor. Kaya mezarlarının büyük çoğunluğunun konut biçiminde olması, Likya Sivil Mimarisi hakkında fikir veriyor. Dağ kekiğinin mis gibi kokusu eşliğinde, yaklaşık 1 saatte yürüyüşümüzü ve gezimizi tamamladık. Hem o zorlu tırmanış bize çok keyif verdi hem de Pınara’nın güzelliğine hayran kaldık. Son olarak Pınara’ya giriş ücretsiz. Girişinde duran ve Pınara Köyü’nde yaşayan amca da çok yardımcı oluyor, rotayı anlatıyor. Oraya bir de çardak yapmış, tur sonunda gölgede dinlenip sohbet etmelik yer… Giderseniz bizden selam götürün.
Tlos Antik Kenti
Kanatlı at Pegasus’un yaşadığı yer olarak bilinen Tlos Antik Kenti de Likya Birliği’nde 3 oy hakkına sahip önemli ve büyük şehirlerden. Hatta o kadar büyük ki Hitit kaynaklarında Tlos’tan ülke olarak bahsedilmiş… UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan kent, bu bölgede yaşayan insanların tarihini günümüzden 11 bin yıl önceye kadar götürüyor. Klasik Likya mezar mimarisinin nadide örneklerini barındıran Tlos, Bellerophontes ile Pegasus’un üç başlı canavar Chimera ile savaşırken resmedildiği Bellerophontes’e ait mezar anıtı görülmesi gereken en önemli yerlerden…
Tlos’un ayakta olan önemli yapıları, tiyatrosu ve stadyumu. Bu kent, Likya’nın spor kenti olarak geçiyormuş. Hristiyanlık Dönemi’nde Likya’nın en önemli Psikoposluk merkezlerinden biriyken, ticaret yollarının kesiştiği bir konumda olduğu için Osmanlı’dan da izler taşıyormuş. Tlos Antik Kenti’nin Akropol alanında bulunan Kronos Tapınağı, bu kentin önemini gösteriyor. Tapınak, tanrıların tanrısı olarak bilinen gök tanrısı Kronos’a adanmış ve Anadolu’da Kronos’a adanan başka bir tapınak daha yokmuş. Giriş ücreti 6 ₺ ve Müze Kart sahiplerine ücretsiz.
Patara Antik Kenti
M.Ö. 8. yüzyılda var olduğu kesinleşen Patara, Xanthos Vadisi’nde denize açılabilen tek yol olduğu için her zaman önemini korumuş; Likya, Roma ve Bizans Uygarlıklarından etkilenmiş. Kentin en önemli yapıları olan antik tiyatrosu ve meclis binası, Likya Uygarlığı’nın başkentiyken Helenistik Dönem’de inşaa edilmiş. Tarih boyunca tahıl depolanan ve nakledilen bir liman kenti olarak varlığını sürdürmüş. Öneminden dolayı olacak ki İskender’in kuşattığı kentler arasında da yerini almış. Bizi en çok şaşırtan bilgi ise Noel Baba olarak bilinen Saint Nicholas’ın Pataralı olması oldu. Bu yüzden Hristiyanlar için hala önemini korumaktaymış.
Türkiye’de turizmi teşvik etmek amacıyla Troia ve Göbeklitepe’den sonra 2020 yılı Patara Yılı olarak ilan edildi. Bunun sebeplerinden biri de tarih boyunca her açıdan önemli bir kent olmasının yanı sıra, taşları muhafaza edilen dünyanın en eski deniz fenerinin Patara’da bulunuyor olması. Yeniden ayağa kaldırılması planlanan fener, çalışmalar tamamlandığında, antik dünyanın özgün dokusuyla günümüze kalabilen tek deniz feneri olacak. Son olarak kente giriş ücreti 24 ₺ ve Müzekart sahiplerine ücretsiz.
Antiphellos Antik Kenti
Kaş’ın üzerine kurulu olduğu Antiphellos kenti, Likya Bölgesi’nin eski yerleşim yerlerinden ve en önemli liman kentlerinden biri. Kuzeyinde bulunan Phellos Kenti’nin limanı olarak kurulmuş ancak zaman içinde sedir ağacı ticareti ile zengin bir kent haline gelerek Phellos’tan ayrılmış. Kentin kalıntıları, Kaş’ın merkezinde dağınık olarak bulunuyor ama hiç biri tiyatro gibi koruma altına alınmamış. En meşhur kaya mezarının bile üzerindeki yazıt okunamadığı için kime ait olduğu anlaşılamamış. Merkezde dolaşırken mezarlara rastlamak mümkün oluyor ama tiyatro merkezin biraz dışında kalıyor. 2008 yılında restore edilmiş ve 3000 kişilik kapasiteye sahip Antiphellos Antik Tiyatrosu, Anadolu’da denize dönük inşaa edilmiş tek tiyatro olma özelliğini taşıyor. Kaş’ta gün batımının izlenebileceği en güzel noktalardan biri ve manzarası gerçekten çok etkileyici. Tiyatronun girişi ücretsiz.
Myra Antik Kenti
Likya Dönemi kaya mezarları, Roma Dönemi tiyatrosu ve Bizans Dönemi Aziz Nikolas (Noel Baba) Kilisesi ile ünlü muhteşem bir antik kent. 3 uygarlık içinde çok önemli bir yere sahip olan kentin adını yakınındaki Myros Nehri (Demre Çayı)’nden aldığı ve yapılan araştırmalara göre M.Ö. 5. yüzyıldan beri var olduğu düşünülüyor. M.S. 2. yüzyıldan itibaren Likyalı zenginlerin yardımıyla şehirde yapılaşma ve onarım oldukça artmış ve Likya Uygarlığı’nın en önemli kenti haline gelmiş. Zamanla Demre Çayı’ndan gelen alüvyonlar ve Arap akınları sebebiyle önemini yitirmiş olsa da 7. yüzyılda Roma Uygarlığı ile en ihtişamlı dönemini yaşamış.
Tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma Dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtıyor. Sahne binası da ikinci katın yarısına kadar ayakta. Yakınlardaki Andriake, tarihte Myra’nın liman mahallesi olarak bilinip, Roma Dönemi’nde ihtişamın artma sebebi bu liman ile ticaretin çok yoğun yapılmasıymış. Myra’da kazı çalışmaları hala devam ediyordu. Diğer tüm kentlere bayıldığımız gibi burayı da çok sevdik hatta büyüsüne öyle kapılmışız ki fotoğraf çekilmeyi bile unutmuşuz. Son olarak Myra’ya giriş ücreti 30 ₺ ama Müzekart sahiplerine ücretsiz.
Andriake Antik Kenti
Demre’nin Çayağazı bölümünde yer alan harabelerin uzun süre boyunca farklı bir şehre ait olup olmadığı tartışılmış, son araştırmalarla bağımsız bir yerleşim yeri değil, Myra’nın liman mahallesi olduğu kanıtlanmış. Likya Bölgesi’nin önemli bir liman kenti olan Andriake’de, günümüze kadar gelebilen granarium, agora, sarnıç, surlar, su kemerleri, anıtsal çeşmeler, Bizans Dönemi’nden kalan kiliseler, hamamlar ve gözetleme kuleleri gibi yapıların kalıntıları bulunuyor. Granarium yani tahıl deposunun büyük bir bölümü korunduğu için restore edilerek Likya Uygarlıkları Müzesi’ne çevrilmiş.
Olympos Antik Kenti
Phaselis’ten sonra Likya’nın ikinci önemli liman kenti Olympos… Kesin kuruluş tarihi bilinmiyor ama M.Ö. 167-168. Yıllarda basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçiyor ve ülkenin doğusunu temsil ediyor. Likya-Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntıların çoğu orman içinde ağaç ve çalılarla kaplı. Günümüze kadar ulaşan kalıntıların çoğu antik dönemde denize akan bir ırmağın ağzında ve her iki yakasında yer alıyor. Irmağın her iki yakası da iskele olarak kullanılmış ve bir köprü ile birbirine bağlanmış. Bir ayağı hala yerinde duruyor. Çokgen örülü duvarlar da şehrin Helenistik Donemi’nden kalmaymış.
Bu antik kentin kalıntıları arasında en ilginci Antalya Müzesi kazıları ile çıkarılan “Kaptan Eudomos’un lahdi” sayılıyor. En önemlisiyse iç duvarları yer yer freskolarla süslü Bizans Kilisesi. Bunlardan anlaşılacağı üzere Olympos aynı zamanda önemli bir din merkezi. Ormanda kalıntıların içinde gezerken sanki gerçekten antik çağlarda gibi hissettiğimiz anlar yaşadık. Sanki balta girmemiş bir ormanmış ve her taşta, her adımımızda bir hikaye saklıymış. Bu yüzden tüm kentleri çok sevdik ama aklımız en çok Olympos’ta kaldı. Önce kente gelen yolda muhteşem bir orman arasında ilerleyip sonra girişe park ediyorsunuz. Plaja varmak için de kalıntıların arasında biraz yürümeniz gerekiyor. Bu benzersiz yürüyüşün ardından sizi karşılayan plaj ise muhteşem…
Bu yılın planları arasında hem Xanthos’u gezmek hem de Olympos’ta konaklamak var. Ve tabi Likya’nın tüm şehirlerini keşfetmek… Yeni yazılarımızda görüşmek üzere!