Boğaz’ın hemen kıyısında, asırlık ağaçların arasında, renkli binaları ve butik işletmeleriyle; İstanbul’da olduğunuzu unutturup, küçük bir sahil kasabasını andırıyor Kuzguncuk. Şehrin Anadolu yakasında kurulan ilk Musevi köyü olarak biliniyor ve tarihteki adı Kosinitza diye geçiyor. Evliya Çelebi’ye göre ise adını, oraya yerleşmiş Kuzgun Baba’dan alıyor. Üç büyük dine mensup bir halka sahip olması ve bunların hoşgörü ile bir arada yaşaması; aynı bahçede hem kilise hem de caminin bulunması bizi çok etkiledi. Bu semtin gerçekten bir ruhu var!
Sokaklarının ve binalarının tam bir mahalle havasını andırması, samimiyeti; Kuzguncuk’u Türk televizyonlarının çok beğenilen iki dizisine ev sahibi yapmış. Hatta o kadar sevilmiş ki Perihan Abla dizisinin çekildiği sokağın adı da Perihan Abla Sokağı olarak kalmış. 80’li yılların dizisi olduğu için biz Perihan Abla’yı pek bilmesekte; sokağı İcadiye Caddesi’ne bağlayan köşedeki Ekmek Teknesi’ne aşinayız. Dizinin çekildiği Asude Cağ Kebap, bugün gelenlerini ağırlıyor ve işletmede Ekmek Teknesi tabelası da hala duruyor. Tüm bunlar sanki bir masal diyarındaymışsınız gibi hissettiriyor.
Perihan Abla sokağı gibi renkli evleriyle meşhur olan bir sokak daha var: Simitçi Tahir Sokak. Tarihi dokusu, sakinliği, Kuzguncuk Bostanı ile komşu olması; sokağı ziyaretçilerin ilgi odağı haline getirmiş. Fotoğraf çeken insanlarla çokça karşılaşmanız mümkün.
Kuzguncuk Bostanı, mahallenin ortasında yapılaşmadan korunmuş, sebze-meyve yetiştirmek üzere toprağı kullanım hakkının kura çekilerek mahalleliye verildiği bir alan. Ekim alanlarının yanı sıra etkinlik ve keyif yapmalık yeşil alanları da var. Hatta açık hava sineması bile var. Böyle bir yerin hala korunuyor olması bizi hem şaşırttı hem de çok mutlu etti. Sokakları keşfettikten sonra bostana gidip verdiği huzurun tadını çıkarttık. Şehrin karmaşası, kalabalığı, hızlı akışı sanki bu semte uğramamış gibi…
Kalabalık olarak tanımlayabileceğimiz tek yer İcadiye Caddesi’ydi. Kuzguncuk’un hem ana caddesi olduğu için hem de gelenleri kafe ve restoranlarıyla karşıladığı için yadırgamadık. Hatta bu mekanlarda, kaldırımlara taşmış sohbetlerin güzel bir yanı bile var.
Caddedeki ilk durağımız Nail Kitabevi’ydi. Kitapseverlerin uğrak noktası, kahve eşliğinde saatlerce zaman geçirilebilecek güzellikte bir kafe. Rahatsızlık vermemek için içinde fotoğraf çekimi yapmadık ama çok sevdik. Artık ara sıra uğrayacağımız yerler arasında…
İkinci durağımız; Tarihi Kuzguncuk Fırını. Meşhur Kuzguncuk Mantarı’nı yiyebilir, sizde kaldırım sohbetlerine ortak olabilirsiniz. Fırının özel bir çok lezzeti bulunuyor. Mantar kurabiye ve dondurma da bu listenin başını oluşturuyor. Biz tercihimizi mantardan ve güzel bir filtre kahveden yana yaptık. Seçimimizden çok memnun kaldık, bu fırına yolunuz düşerse kesinlikle tavsiye ediyoruz.
Semt gezisini tamamladıktan sonra biraz da sahilinin tadını çıkartmak istedik. Yol üzerinde de Üryanizade Camii ile karşılaştık. 1860 yılında, Üryanizade Ahmed Esad Efendi tarafından 40 gün içinde ve tamamen ceviz ağacından yapılmış. Köşk tipi küçük minaresi ile eşi benzeri olmayan bir yalı camii. Hemen yanında boğaz ve köprü manzarası eşliğinde oturulabilecek alanlar var. İstanbul aşığı olanların buraları sevmemesi imkansız.
Akşam yemeğimizde tercihimizi Kuzguncuk’un meşhur Metet’inde, közde dönerinden yana kullandık. Kömürlü ocaklarda pişen döneri, yine kendilerinin yaptığı köy usulü lavaşlar ile servis ediyorlar. Lezzeti inanılmazdı. Biz de size tereyağlı dönerini kesinlikle tavsiye ediyoruz
Kuzguncuk gezimiz böyleydi. Semt, Üsküdar İskelesi’nden 15-20 dakika yürüme mesafesinde bulunuyor. Biz böyle şehir turlarını yürüyerek yapmayı çok seviyoruz. Gezilecek alan küçük olduğu için de her anın tadını çıkararak gezme fırsatımız oldu. Eğer güzel bir gün geçirmek, hem tarihin, hem manzaranın tadını çıkarmak istiyorsanız; siz de mutlaka gidip görmelisiniz!