Khaled Hosseini – Uçurtma Avcısı

Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki yazıma nerden başlayacağımı bile bilmiyorum. Uçurtma Avcısı hep çok okunanlar listesinde olmasına ve sürekli önerilmesine rağmen ben okuma fırsatını yeni buldum. Kitabın kapağını açtığımdan beri aklımdan çıkmayan muhteşem ama bir o kadar da gerçek acılarla bezenmiş hüzünlü bir hikaye okudum.


Bu yazıyı yazdığım şu sıralarda Amerika’da inanılmaz olaylar yaşanıyor. Irkçılığa karşı insanlar protesto yürüyüşleri düzenliyor ama aynı zamanda iyi bir şey yapmaya çalışırken şehri yağmalayarak, dükkanları yakarak kötü bir şekilde tarihe geçiyorlar. Sözüm sadece bu insanlara değil, tüm Dünya için söylüyorum; “ırkçılık” kavramının kötülüğü sadece kendilerine yapıldığında akıllarına geliyor gibi değil mi sizce de? Tarihten bugüne kadar özellikle Orta Doğu’da yapılan “ırkçılık” ayrıştırmasının ve milletler üzerindeki baskının, işkencelerin, ölümlerin hesabı tutuldu mu hiç? Şu anda yaşanılan olaylar ve kitabı bitirmem hemen hemen aynı zamana denk geldiği için değinmek istedim çünkü kitapta da Rusya’nın Afganistan’ı cehenneme çevirdiğinden, Hazaraların okuma-yazma öğrenmeye bile izinleri olmadığından, Taliban’ın Hazaraları sadece Hazara oldukları için öldürmelerinden ve bunu Müslümanlıkla bağdaştırmalarından çok çarpıcı bir şekilde bahsetmişti.

Kitap, Afgan bir zenginin çocuğu olan Emir ve onların Hazara hizmetkarlarının çocuğu olan Hasan’ın arkadaşlığı ile başladı. Birbirlerini hep çok seven ama Emir’in Hasan’ın zekasını, cesaretini, çalışkanlığını içten içe kıskandığı bir arkadaşlık. Hatta bir ara Emir’in Hasan’a kötü davranmaya kadar vardırdığı ilişkilerinde beni çok etkileyen bir diyalog olmuştu: “Senin için herşeyi yaparım.” diyen Hasan’a “Benim için gerçekten yerdeki pisliği bile yer misin?” diye soruyor Emir. Hem onu bu kadar çok sevdiğini bildiği için, hem de istediği herşeyi yapmak zorundaymış gibi küçümsediği için sorduğu bu soruya aldığı yanıt ise ne Emir’in ne de benim aklımdan hiç çıkmıyor. “Tabi ki yerim Emir Ağa ama asıl sen benden böyle bir şey yapmamı ister misin?” diyor Hasan. Romanda hem olağanüstü bir dostluğu farklı bakış açılarından okuyorsunuz; hem bir insanın bir insanı ne kadar sevebileceğine tanıklık ediyorsunuz, hem de ihanet ve terk edilmişlik ile sarsılıyorsunuz.


İşgal sırasında babası ile Amerika’ya giden ve yerleşen Emir, Hasan ile olan anılarından da kaçtığını düşünür ancak onu asla tamamen arkasında bırakamaz. Bu iki çocuğun hikayesi o dönemde yaşanan trajediyi yansıtırken, aynı zamanda Emir’in kendi ile olan mücadelesini ve iç hesaplaşmasını da okuyorsunuz. Babasının gözüne girmek istediği için herşeyi yapmaya hazır küçük bir çocuk, mesafeli bir baba; babalar ve oğullarının ilişkileri, babaların çocuklarına iyi-kötü kattıkları özellikler ve yalanları…


“Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun.” dedi Baba. “Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?”
Tüm kitap burda özetleniyordu aslında. Herkes herkesin elinden bir şeyler çalıyor. Güçlü devletler güçsüzlerden topraklarını çalıyor. Beyazlar siyahilerin kabullenilme ve normal yaşama haklarını çalıyor. Tıka basa tok olanlar, açlardan yemeklerini çalıyor. İnsanlar birbirlerinden gerçekleri öğrenme haklarını çalıyor. Tüm bunlar da Dünya’yı yaşanmaz bir yer haline getirmekten başka bir işe yaramıyor. Küçücük bir çocuğun, cansız bedeni kıyıya vurduğunda; Dünya’ya nasıl iyi bir yer denilir ki?


Yazar Khaled Hosseini, Afganistan’da doğmuş ve şu an Amerika’da yaşamına devam ediyor. Bundan dolayı hikayenin gerçek olduğunu bile düşündüm çünkü yalın bir dille ve çok gerçekçi yazılmıştı. Adını da Afganistan’da yapılan uçurtma şenliklerinden alan bu kitabı ben çok sevdim. Çok üzüldüm, çok duygulandım, üzerinde çok düşündüm. O yüzden kesinlikle herkesin okuması gereken ve herkesin kendisine pay çıkarabileceği muhteşem bir kitap.