“Kuvvetli, kararlı bir babamız olsun, bize neyi yapıp neyi yapamayacağımızı söylesin isteriz. Niye? Neyi yapıp, neyi yapamayacağımıza, neyin ahlaklı ve doğru, neyin ise günah ve yanlış olduğuna karar vermek zor olduğu için mi? Yoksa suçlu ve günahkar olmadığımızı işitmeye her zaman ihtiyaç duyduğumuz için mi? Bir baba ihtiyacı her zaman mı vardır, yoksa, kafamız karıştığı, dünyamız daraldığı, ruhumuz daraldığı vakit mi isteriz babayı?”
Hayatta tek başına olmak, kendini yol göstericin olmadan büyütmek, geliştirmek; hayata tutunmak zor iş… Bu yüzden düşmememiz için yanımızda olan, düşersek yerden kaldıran, yol gösteren birisi olsun isteriz. Bu profile en uygun kişi de çoğu insan için babadır. Ama birinin çizdiği çizgide yürüyerek kendi kişiliğimizi tam olarak belirleyebilir miyiz? Terk ettiği için baba eksikliği yaşayan evlatlar, çizdiği çizgide yürüyemediği için evladıyla düşman olmuş babalar… Bazen de ataerkil toplumlarda iki erkeğin bir ipte oynayamaması; baba oğul olsalar bile… Oidipus mu haklıydı Rüstem mi?
Baba-oğul çatışmasını Doğu ve Batı efsanelerinden esinlenerek; karmaşık bir aşkın gölgesinde anlatmış Orhan Pamuk. Oidipus, Yunan mitolojisinin en trajik olayı olarak kabul edilir ve edebiyattan psikolojiye bir çok alanda karşımıza çıkmaktadır. Rüstem ve Sührab’ın hikayesi ise Şehname’de geçmektedir. Firdevsi’nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanıdır. Ve Sührab’ın ölmesi ile sonuçlanır. Birbirlerine benzer özellikleri olan bu iki hikayede temel fark Batı efsanesinde oğul babayı, Doğu efsanesinde baba oğulu öldürür. Batının oğulu, Doğunun babayı yaşatması önemli bir ayrıntıdır. Ve bu iki hikayeyi karşı karşıya getirerek, günümüzde geçen yine bir baba-oğul çatışmasını; Kırmızı Saçlı Kadın’a duyulan aşkın hikayesinde okuyoruz.
Söyleşilerinde şöyle der Orhan Pamuk: “Keşke yalnızca edebiyatla ilgili konuşabileceğimiz bir hayat var olabilseydi.” Keşke bu hikayeler ve günümüzde geçenler; insanların birbirleriyle olan çatışmaları ve acıların hepsi, sadece edebiyatla ilgili olsaydı.