Antik kent gezmeyi ve zamanda yolculuk yapıyormuşuz gibi hissetmeyi öyle çok seviyoruz ki son dönemdeki yazılarımız ağırlıkla bu yönde oldu. Peki nereden ve nasıl başladık antik kent keşiflerimize? Yine Antalya’da, tarihin bilinen ilk metropolü olan Side Antik Kenti’ni gezerek başladık. Eski yapıların olabildiğince korunarak yeni yerleşimin de içinde barınması, daha önce de Yunan Mitolojisi’ni araştırıyorken bir anda Apollon Tapınağı’nı karşımızda bulmamız ve kentin güzelliği bizi adeta büyüledi.
Antik tiyatro, Apollon Tapınağı, şehir kapısı, hamam, surlar, liman, nekropol, agora ve Vespasianus Çesmesi antik şehrin önemli tarihi yapılarıdır. Ama en önemlisi bir liman kentine ait tiyatronun yaklaşık 15.000 kişi kapasiteli olması. Bu mimari değerinin de önemli bir göstergesi. Kelime anlamı “nar” olan ve bereketi ifade eden Side’nin M.Ö. 7. yüzyıldan önce kurulduğu tahmin edilmekteymiş. Kente sırasıyla Hititler, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar egemenlik hüküm sürmüş. 19. yüzyılda Girit’ten gelen göçmenler, bu güzelim liman kentinin kalıntıları üzerine yerleşmiş ve Selimiye Mahallesi’ni kurmuşlar. Bu mahalle zamanla tüm yarımadayı kaplamış.
Ana yoldan ayrıldıktan sonra şehri çevreleyen ve M.Ö. 2. yüzyıla ait kara surlarının ana kapısından içeri giriliyor. Ana kapı yanında bulunan iki adet kule ile korunuyor. Daha sonra karşınıza iki tane sütunlu yol çıkıyor ve bunların birinden trafik akıyor. Düşünsenize antik kente ait bir yoldan şimdi arabalar geçiyor. Bu gerçekten bize inanılmaz geliyor 🙂
Cam platform Liman
Ana sütunlu yol üzerinden devam ederseniz kenarlarda küçük küçük dükkanlar, agora, tiyatro, hamam ve evler sizi şehrin limanına kadar götürüyor. Ayrıca limana inen yolda kazı çalışmaları devam ettiği için camdan bir platformun üzerinde yürüyorsunuz. Bu yolu da çok sevmiştik. Platformu geçtikten sonra limana gelmeden önceki son yokuş, pazar yeri gibi. Ağırlıklı olarak hediyelik eşyalar satılsa da kıyafet dükkanları bile vardı, bu duruma biraz üzülmüştük. Tarihi yapının bozulmuş olduğunu düşündüğümüz tek yer burasıydı.
Bizi en çok etkileyen yer ise yazının başında da belirttiğimiz gibi muhteşem bir manzaraya sahip Apollon Tapınağı oldu. Işık, Güzellik ve Sanat Tanrısı olarak bildiğimiz Apollon’a ait tapınak, restore edilerek beş adet sütun ve korint başlığıyla birlikte günümüze kadar ulaşmış. Orada saatlerce zaman geçirip manzaranın tadını çıkardık.
Kybele Tapınağı’ndan, Apollon Tapınağı Kybele Tapınağı’nın kalıntıları
Ayrıca Athena ve Apollon’dan önce Kybele (Tanrıların Anası) ve Men (Ay Tanrısı)’e inanan halkın, onlara adadıkları tapınak kalıntılarını da görebilirsiniz. Üzerinden biraz da zaman geçtiği için kısa bir anlatım olsa da güzelliğini biraz olsun yansıtabilmişizdir diye umuyoruz. Biz de tekrar gitmeyi daha detaylı gezmeyi istiyoruz. O zaman da size bu yönde aktarımlarımız olacaktır 🙂
Side Antik Kenti’nden sonra portakal bahçelerinde mola verip taze nar-portakal suyu içmeyi unutmayın. Biz de öyle yaptık ve bir sonraki durağımız olan Manavgat Şelalesi’ne doğru yol aldık.
Manavgat Nehri Manavgat Şelalesi
Batı Torosların, doğu yamaçlarından doğarak Akdeniz’e karışan ve büyük yeraltı sularından beslenen 93 km uzunluğundaki Manavgat Nehri, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki falezlerden dökülen Manavgat Şelalesi’ni oluşturuyormuş. Bir çok balık ve kuş türüne ev sahipliği yapan, bitki çeşidi bakımından da zengin olan Manavgat Nehri de şelale de gerçekten muhteşem bir güzelliğe sahip. Yolu Anlatya’ya düşenler için bu yazıyı oluşturmak istedik. Mutlaka birbirine yakın bu iki lokasyonun görülmesi gerek. Yazımızı okuyup gidenler selamımızı götürsün. Biz de çok güzel projelerle yeniden bu güzelliklere kavuşmak için gün sayıyoruz 🙂